Yanlış Ev
Gece karanlıktı. Ve ev karanlıktı. Karanlık ve sessiz. İki adam sessizce ona doğru koştular. Evi çevreleyen karanlık çalılıkların arasından hızla geçtiler. Verandaya ulaşıp, süratle merdivenleri çıktılar ve karanlık gölgede derin derin nefes alarak diz üstü çöktüler. Etrafı dinleyerek beklediler. “Burada , dışarıda bekleyemeyiz…çantayı al… şu anahtarları bir deneyelim….içeri girmeliyiz” diye fısıldaştılar.
“on-yirmi-otuz saniye. Adamlardan biri anahtarlardan biriyle kapıyı açtı. Sessizce iki adam eve girdi, arkalarından kapıyı kapattılar, ve kilitlediler..
Fısısldaşarak durumu değerlendirdiler. Evden herhangi birini uyandırıp uyandırmadıklarını merak ettiler.
“Şuraya bir göz atalım!” “ Dikkatli ol, Hasty !” “Oh, uyanık kimse yok!”. Ve hafif fener ışığı odayı taradı.
Büyük bir odaydı. Oturma odası. Dikkatle rulo yapılan halılar bir kenara yığılmıştı. Sandalyeler , masalar, kanepeler gibi mobilyalar bezlerle örtülmüştü. Toz ince bir kar gibi herşeyin üzerindeydi.
Feneri tutan adam İlk olarak konuştu. “Evet Blackie, şanslıyız. Aile tatile çıkmış gibi görünüyor.”dedi.
“Evet tahminimce yaz tatiline gitmişler, yine de emin olsak iyi olur, değil mi?”
Beraber evi araştırdılar. Bütün odaları ayaklarının ucuna basarak aradılar. Hiç şüpheleri kalmamıştı. Aile gitmişti. Haftalardır uzaktaydılar.
Evet, Hasty Hogan ve Blackie Burns şanslıydılar. Geçen on gün içinde sadece bir keresinde şansları yaver gitmedi. Sahildeki büyük soygunlarında -ki gerçekten muhteşem bir soygundu-, şansları yaver gitmişti.
Bu şansları doğuya doğru otomobille yaptıkları bin millik yolculukları boyunca hep onlarla beraberdi. Bu şans, sadece bir kez hariç her an için onlarla beraberdi.
O an bir saat önce oldu. Blackie arabayı kullanırken bir polisi ezmişti. Ve Blackie arabayı kullanırken Hasty nin ayağının yanındaki çantayı düşünürek hızla oradan uzaklaştı.
Elbette bir kovalamaca olmuştu. Vahşi ve çılgınca bir takip. Ve bir kurşun benzin deposunu delince arabayı terketmek zorunda kalmışlardı. Fakat şans veya şanssızlık işte buradaydılar. Yalnız, arabasız ve tümüyle yabancı bir kasabada.
Çantanın içinde üst üste düzenli konmuş deste deste yaklaşık üç yüz bin dolar yatıyordu.
“Dinle” dedi Hogan “ bir araba bulmak zorundayız. Hem de çabuk. Ve bir araba çalıp onu kullanamayız. Bu çok tehlikeli olur. Bir tane satın almak zorundayız. Bu da demek ki sabah dükkanlar açılıncaya kadar beklemek zorundayız. Bu kasabada dükkanların açılması saat sekiz gibi olur.”
“Fakat bununla ne yapacağız” ve Burns çantayı gösterdi..
“Onu tam buraya sakla. Kesinlikle! Neden olmasın? Biz bir araba buluncaya kadar bizimle olmasındansa burada olması daha güvenli.”
Ve böylece çantayı sakladılar. Onu aşağı bodruma taşıdılar. Bodrumun bir köşesine istiflenmiş bir miktar kömürün içine iyice gömdüler. Bundan sonra, şafaktan az evvel, dışarı çıktılar.
Hogan caddeden aşağı doğru yürürlerken “Baksana Blackie” “ziyaret edeceğimiz beyefendinin ismi Samuel W. Rogers” diye dikkatini çekti.
“Nasıl bildin?”
“Kitaplarının bazılarının üzerinde gördüm. Cidden mükemmel bir kütüphanesi var; öyle değil mi?”
Hogan ın tahmin ettiği gibi otomobil satış yeri saat sekiz de açıldı.
Saat dokuzdan az evvel Hogan ve Burns bir araba satın aldılar. Çok hoş, küçük bir araba. Çok sessiz , göze batmayan. Ve çok da hızlı. Satıcı onlara kendi arabasının plakasını ödünç verdi ve onlar sürüp uzaklaştılar.
Evden üç blok ötede durdular. Hogan dışarı çıktı ve eve doğru yürüdü. Sadece evin arkasına geçip, içeri girmeyi düşündü.
Evden elli yard ötede durdu . Dikkatlice baktı, sessizce küfretti. Ön kapı açıktı ve pencere kepenkleri açılmıştı. Aile geri dönmüştü.
Ne kötü şans ama. Peki şimdi ne yapabilirlerdi. Bodruma bu gece kapısını kırarak girmek ve çantayı almak mı? Hayır -çok tehlikeli. Hogan bir şeyler düşünmek zorundaydı.
Burns’e “Bana bırak, opğlum” dedi “sen arabayı sür.Ben özel beyin işini yapayım. Bir telefon bulalım. Çabuk!”
Bir telefon rehberi. İşte burda. Samuel W. Rogers, Plain View mahallesi no:6329. Bir süre sonra şaşkın Bay Rogers’la konuşuyordu..
“Merhaba” diye başladı “Bay Rogers la mı? bay Samuel Rogers mı ?”
“Evet, ben Samuel Rogers.”
Hogan bogazını temizledi ve kesin, resmi, etkileyici bir ses tonuyla “Sayın Rogers” dedi. “Burası karakol, polis karakolu konuşuyor. Ben Simpson. Dedektif bölümünden Çavuş Simpson.”
Telefondan “Evet, evet” diye ses geldi..
“Şef, polis şefi bilirsiniz” dedi ve bu arada sesini biraz düşürerek “sizinle görüşmemi emretti. Beni bir adamımızla sizi görmeye gönderiyor.”
“Bir tür belanın içinde miyim?” diye sordu Sayın Rogers.
“Hayır , hayır , hayır. Öyle birşey değil. Fakat sizinle hakkında görüşmem gereken çok önemli bir konu var.”
“Çok iyi” diye geldi Sayın Rogers ın sesi “sizi bekleyeceğim.”
“Ve Bay Rogers” diye Hogan devam etti “Lütfen bu aramızda kalsın. Kimseye birşey söylemeyin, sizinle görüştüğümüzde nedenini anlayacaksınız.” dedi.
Eve giderken, Hogan Burns e kendi fikrini açıkladı. On dakika içinde Çavuş Simpson ve Dedektif Johnson şaşkın Bay Rogers la konuşuyorlardı. Rogers ufak yapılı bir adamdı. oldukça önemsiz biri. Mat mavi gözleri, büyük olmayan bir çene . Sevecen bir suratı vardı. Gergindi- Belli ki kötü bir şekilde korkmuştu.
Bay Hogan bütün hikayeyi anlattı. Biraz değişik, hatta bayağı değişmiş olarak. Ve Rogers şaşırdı ama hoşuna da gitti. Hogan’a bodruma kadar eşlik etti. Ve beraberce çantayı çıkardılar. Çantayı oturma odasına taşıdılar, çantayı açtılar ve içinde gerçekten küçük bir servet taşıyan çantaya hiç dokunulmamış oldugunu gördüler. Paralar, paralar, paralar!
Hogan çantayı kapattı.
En ciddi tavrıyla “Ve şimdi Rogers, Johnson la ben gitmeliyiz. Şef bizden hemen bir rapor istiyor. Hırsızların geriye kalanlarını da yakalamak zorundayız. Sizinle irtibatta olacağım.”dedi.
Hogan çantayı aldı ve ayağa kalktı. Burns de ayağa kalktı. Rogers da ayağa kalktı. Üçlü kapıya doğru yürüdü. Rogers kapıyı açtı. Memnuniyetle “Buyrun beyler !” dedi. Ve içeri üç adam girdi. İri yapılı, güçlü adamlar. Polis üniformalı adamlar korkusuzca Hasty Hogan ve Blackie Burns e dik dik baktılar.
Hogan “Bu ne demek oluyor, Sayın Rogers?” diye sordu
“Oldukça basit” dedi Rogers. “Şöyleki ben buranın polis şefiyim !”