would |
Polite request |
1 |
rica |
- Would you please pass the butter?
(Lütfen yağı uzatır mısın?)
- Would you mind closing the door?
(Kapıyı kapatabilir misin?)
- Would you please be quite?
(Lütfen sessiz olur musun?)
- I would like a cup of coffee
(Bir fincan kahve istiyorum.) |
Unreal present |
2 |
Gerçeğe aykırı geniş zaman |
- I would eat less if I were you.
(Yerinde olsam daha az yerdim.) |
Past custom |
3 |
Geçmişte alışkanlık |
- My father would take me to the park every sunday when I was a child. (Ben çocukken babam her pazar beni parka götürürdü.) |
Refusal |
4 |
reddetme |
- She wouldn’t tell me her name.
(Bana ismini söylemezdi.) |
In indirect speech for will |
5 |
Dolaylı anlatımda will yerine |
- He says,’I will go.’ (Gideceğini söylüyor.)
- He said he would go. (Gideceğini söyledi.) |
should |
Obligation |
1 |
zorunluluk |
- You should do as I say.
(Söylediklerimi yapmalısın.)
- You shold clean your teeth every day.
(Hergün dişlerini temizlemelisin.) |
Logical conclusion |
2 |
Mantıksal sonuç |
- He stayed two years in England; he should speak English well. (İki yıl İngiltere’de kaldı. İngilizce’yi iyi konuşuyor olmalı.) |
Putotive use |
3 |
Yapısal kullanım |
- It is odd that you should say this to me.
(Bana bunu söylemen ilginç.)
- I am sorry that this should have happened.
(Böyle olduğu için üzgünüm.)
- He suggested that we should go.
(Gitmemiz gerektiğini söyledi.) |
In reported speech for shall |
4 |
Kimi durumlarda dolaylı anlatımlarda shall yerine |
- ‘Shall I open the door?’ he asked.
(Kapıyı açayım mı diye sordu.)
- He asked if he should open the door.
(Kapıyı açıp açmaması gerektiğini sordu.) |
In conditional clauses |
5 |
Koşul cümlecikleri |
- If you should change your mind, please let us know. (Eğer fikrinizi değiştirirsiniz, lüften bize bildirin.) |
Ought to |
Obligation |
1 |
Zorunluluk |
- She ought to go see a doctor.
(Doktora gitmeli.)
- Ought we to go now?
(Şimdi gitmeli miyiz?)
- Oughtn’t she to work harder?
(Daha sıkı çalışmak zorunda değil mi?) |
Expectation |
2 |
Mantıksal sonuç |
- The bus should be here any moment.
(Otobüs her an gelebilir.)
- I have lived in Ankara for ten years; I ought to know it. (On yıl Ankara’da yaşadım. Bilmeliyim.) |
must |
Necessity imposed by the speaker |
1 |
Konuşmacıdan gelen zorunluluk |
- You must be back by 11.
(Saat 11’den önce dönmelisin.) |
Self-compulsion with ‘I’ and ‘we’ |
2 |
‘I’ ve ‘we’ ile görev duygusu |
- We must study hard. (Sıkı çalışmalıyız.)
- I must keep my room cleaner.
(Odamı temiz tutmalıyım.) |
Logical conclusion |
3 |
Gözleme dayalı tahmin |
- She must be rich; look at the clothes she is wearing. (O zengin olmalı; giydiği kıyafetlere baksana.)
- There must be some mistake. (Bir yanlışlık olmalı.) |
Must not |
prohobition |
|
Yasak |
- You mustn’t eat too much.
(Çok fazla yememelisin.)
- You mustn’t park your car here; this is a no –parking area. (Buraya parketmemelisin. Buraya park etmek yasak.) |
Used to |
Past custom |
|
Geçmişte alışkanlık |
- I used to play the guitar.
(Gitar çalardım.)
- Did she usen to live here?
(Burada mı yaşardı?)
- No,she didn’t use to live here.
(Hayır, burada yaşamazdı.) |
Have to |
Necessity |
|
Zorunluluk |
- I have to go to school today.
(Bugün okula gitmek zorundayım.) |
Have got to |
Necessity |
|
Zorunluluk |
- I have got to go the school today.
(Bugün okula gitmek zorundayım.) |
Had beter |
Desirability |
|
Tavsiye |
- We had better go early if we want to find a good car. (İyi bir araba bulmak istiyorsak oraya erken gitsek iyi olur.)
- You’d better no be late. (Geç kalmasan iyi olur.) |
Had rather
Would rather |
Preference |
|
Tercih |
- I’d rather live here.
(Burada yaşamayı tercih ederim.)
- Had you rather live here?
(Burada yaşamak ister miydin?) |
Wiil |
future |
1 |
gelecek zaman |
- He will study English next year.
(Önümüzdeki yıl İngilizce çalışacak.) |
willingness |
2 |
isteklilik |
- He’ll do anything for money.
(Para için herşeyi yapar.) |
intention |
3 |
niyet |
- I will write to my folks.
(Arkadaşlarıma yazacağım.) |
refusal |
4 |
reddetme |
- I will not discuss this with you.
(Bunu seninle tartışmayacağım.) |
predictability,
logical necessity |
5 |
beklenti,mantıksal
sonuç |
- A lion will attack a man only when hungry
(Bir aslan sadece açken insanlara saldırır.)
- Oil will float on water.
(Yağ suyun üzerinde yüzer.)
- That will be the milkman.
(Bu sütçü olmalı.)
- Truth will out.
(Gerçekler mutlaka ortaya çıkar.)
- Boys will be boys.
(Erkek çocukları böyle davranır.) |
Characteristic
habit |
6 |
alışkanlık |
- He will watch tv every night.
(Her gece televizyon seyreder.)
- He’ll always talk for hours if you give him the chance. (Ona fırsat verirsen saatlerce konuşur.) |
disposition |
7 |
durum |
- This auditorium will seat 500.
(Bu salon 500 kişi alır.)
- This watch won’t work.
(Bu saati çalıştıramıyorum.) |
insistence |
8 |
ısrar |
- I will go there; no one shall stop me.
(Oraya gideceğim. Kimse beni durduramaz.)
|
promise |
9 |
Söz verme |
- You will have your money tomorrow.
(Yarın paranı alacaksın.) |
order |
10 |
emir |
- You will wait here till I return.
(Ben dönene kadar burada bekleyeceksin.)
- All staff will leave the building at once.
(Tüm personel hemen binayı terketsin.)
- Will you sit down!
(Oturur musun?) |
offer |
11 |
ikram |
- Will/Won’t you have a piece of cake?
(Bir parça pasta alır mısınız?)
- Who will have some coffee?
(Kim kahve alır?) |
request |
12 |
rica |
- Will you lend me your pen for a moment?
(Bir dakika kalemini verebilir misin?)
- Will you please pass the salt?
(Tuzu uzatır mısın lütfen?) |
Shall |
Future with “I” and “me” |
1 |
gelecek zaman |
- I shall come early. (Erken geleceğim.) |
willingness |
2 |
isteklilik |
- He shall be rewarded if he is patient.
(Sabırlı olursa mükafatını görür.) |
insistence |
3 |
ısrar |
- You shall obey my order
(Emirlerime uyacaksın.) |
intention |
4 |
niyet |
- We shall stop your pocketmoney if you don’t behave yourself. (Eğer iyi davranmazsan cep harçlığını keseceğiz.) |
suggestion |
5 |
teklif |
- Shall we go to the movies tonight?
(Bu gece sinemaya gidelim mi?) |
an offer to help |
6 |
yardım önerisi |
- Shall I give you a lift?
(Seni arabayla bırakayım mı?) |
Legal and quesilegal text |
7 |
kanun metinleri |
The landlord shall maintain the equipment in good repair. (Ev sahibi ekipmanı iyi durumda bırakmalıdır.) |
religious texts |
8 |
dinsel metinler |
- He who digs a pit shall fall into it.
(Eden kendine eder.)
- You shall not steal. (Çalmayın!) |
Can |
present ability |
1 |
yetenek,yapabilme |
- I can use a typewriter perfectly.
(Mükemmel daktilo kullanırım.)
- Our team can easily beat yours.
(Takımımız sizinkini kolaylıkla yenebilir.) |
have the chance to |
2 |
bir işi yapmaya fırsatı olma |
- We can stay home and watch tv tonight.
(Bu gece evde kalıp TV seyredebiliriz.)
|
be allowed to |
3 |
Bir işi yapmaya izinli olma |
- Pamela can go now.Her job is finished.
(Pamela artık gidebilir. İşi bitti.) |
ask for permission |
4 |
izin isteme |
- Can I use your pen for a moment?
(Bir dakika kalemini kullanabilir miyim?)
- Can I go out, mum?
(Anne, dışarı çıkabilir miyim?) |
possibility |
5 |
olasılık |
- He can meet you at the station.
(Seninle istasyonda buluşabilir.) |
know how to |
6 |
bir şey yapmayı bilmek |
- She can speak spanish.
(O, İspanyolca konuşabilir.) |
suggestion |
7 |
öneri |
- If you have little money, you can eat in a caferia. (Eğer az paran varsa, bir kafeteryada yemek yiyebilirsin.) |
theoretical possibility |
8 |
kuramsal olasılık |
- Anybody can make mistake.
(Herkes hata yapabilir.) |
Could |
past ability |
1 |
geçmişte yetenek |
- I could swim well when I was young.
(Gençken iyi yüzebilirdim.) |
possibility |
2 |
olasılık |
- I could help you. (Sana yardım edebilirim.)
- It could rain tomorrow.
(Yarın yağmur yağabilir.) |
polite request
ask for permission |
3 |
rica,izin istenmesi |
- Could I borrow your pen?
(Kalemini ödünç alabilir miyim?)
- Could you help me?
(Bana yardım edebilir misin?)
- Could I smoke here?
(Burada sigara içebilir miyim?) |
unreal |
4 |
gerçeğe aykırı geniş zaman |
- If we had more money, we could buy a better house. (Eğer daha çok paramız olsaydı, daha iyi bir ev alabilirdik.) |
in indirect speech for can |
5 |
dolaylı anlatımda can yerine |
- “I can use this.”she said.
("Bunu kullanabilirim." dedi.)
- She said she could use that.
(Onu kullanabileceğini söyledi.) |
May |
factual possibility |
1 |
olasılık |
- Be careful! That road may be slippery.
(Dikkatli ol! Yol kaygan olabilir.)
-Where is Jack? (Jack nerede?)
-He may be at home. (Evde olabilir.) |
future |
2 |
gelecek zaman |
- I may visit you tomorrow.
(Seni yarın ziayret edebilirim.) |
asking for and granting permission |
3 |
izin isteme ve verme |
- May I borrow your pen for a moment?
(Kalemini bir saniye ödünç alabilir miyim?)
-Yes, you may. (Evet, alabilirsin.) |
benediction and malediction |
4 |
dualar,beddualar |
- May he lie in peace!
(Huzur içinde yatsın.)
- May he never set foot in this house again!
(Bir daha bu eve ayak basmak ona kısmet olmasın.) |
might |
possibility |
1 |
olasılık |
- She might get a scholarship this year.
(Bu sene burs alabilir.)
- Might he come tomorrow?
(Yarın gelebilir mi?) |
indirect speech for may |
2 |
dolaylı anlatımda may yerine |
- He said ”You may borrow my pen.”
("Kalemimi ödünç alabilirsin." dedi.)
- He said I might borrow his pen.
(Kalemini ödünç alabileceğimi söyledi.) |